Sizce bir lise öğrencisi nasıl daha iyi öğrenir?
Size göre bir öğretmen dersinde nasıl daha çok verimli olur?
Bir öğrenci sizce okulu nasıl sever?
Bir öğretmen sizce mesleğinin hakkını nasıl verir?
Okula gitmekten zevk alan bir lise öğrencisi hatırlıyor musunuz?
İşine âşık kaç tane öğretmen tanıdınız?
Bu sorularımın cevabını, eğitim bilimciler;
Yıllarca araştırarak, gözlemleyerek vermeye çalışmış.
Ben de yedinci yılımda bir eğitimci olarak vermeye çalışacağım.
Birkaç istisna hariç Türkiye'deki ortaöğretim kurumlarının,
Seviyesini, eğitim kalitesini, imkanlarını az çok biliyoruz.
Meslektaşlarımız sayesinde, her geçen gün ilerleyen;
İnternet ve sosyal medya aracılığıyla öğreniyoruz.
Bu okullar çok düşük kültürel ve akademik sermayeye sahip.
İmkanları kısıtlı, oyun alanları, kütüphaneler;
Spor odaları, bilgisayar sınıfları hemen hemen yok gibi.
Konferans salonları mı? Laboratuvarlar mı?
Birkaç sarayvâri imam hatip meslek lisesi hariç,
Hiçbirinde ya yok, ya da kullanılamıyor.
Milli Eğitimin bu unuttuğu bölgelerdeki okulların hali içler acısı.
Öğrenci, kendi akademik zayıflığının veya hiçliğinin farkında.
Öğretmen, tek başına koşulları değiştiremeyeceğini düşünüyor.
İdare, yukarıdan verilen 'acele ve günlü' emirleri yapmakla meşgul.
Velinin tek derdi o gün işine gitmek veya iş yerinden çıkmamak.
Haliyle bu öğrenciye okulu, dersi sevdirmek,
Okuldan kaçmamasını sağlamak olağanüstü bir çaba gerektiriyor.
Geçtim öğrenciyi, öğretmenin motivasyonunu artırmak;
Ona çalışma şevki kazandırmak daha da zor.
Nasıl çözeceğiz bu işi?
Etkin, kararlı, disiplinli bir siyasi-toplumsal iradeyle.
Güçlü, üreten bir ekonomiyle;
Ekonomiyi burada en önemli etken olarak görüyorum.
Her ilerlemenin temeli ekonomiye dayanıyor.
Okulun aslında sandığımızdan daha az öğrenci ve öğretmene etkisi var.
Yapılan araştırmalar da bunu doğruluyor.
Okul dışı faktörlerin önemi çok büyük.
Öğrenci iyi bir sosyo-ekonomik habitattan geliyorsa,
Kültürel ve akademik sermaye devralmışsa aileden,
Devamsızlık yapmıyor, okulu daha çok benimsiyor,
Ve daha çok başarılı oluyor.
Öğrenci, düşük gelirli bir aileden geliyorsa,
Ekonomik ve kültürel sermayesi çok zayıf oluyor,
Doğrudan ders başarısını, devamsızlığı, okula aidiyeti etkiliyor.
Gözlemlenecek bir başarı bile görünmüyor,
Devamsızlık yapıyor, ve okuldan kaçmanın yollarını arıyor.
Eğitimli, nitelikli bir aile yapısıyla çözeceğiz.
Yaratılacak güven ortamıyla...
Siyasiler öğretmene, öğretmen siyasilere güvenmiyor.
Bugün herhangi bir öğretmene sorun.
Senin hayat kaliteni artıracak bir hükümet gelir mi?
Diye bir soru karşısında koca bir hayır diyecektir.
Bakanlara da sorsanız "Öğretmenlerimiz gözümüzdür.
Onlar için çalışıyoruz, bütçedeki en yüksek payı onlara ayırdık" diyorlar.
Ama samimi bir cevap isterseniz -basına kapalı olacak tabii-
"Birçoğuna güvenmiyorum, vurdumduymaz ve tembeller" diyecektir.
Burada iki tarafın da elbette haklılık payları var.
"Eğitimde Finlandiya Modelini" okuduğumda,
Orda da yazar, siyasilerin eğitimcilere güvenmediğini;
Eğitimcilerin de siyasilere güvenmediğini,
Öğrencilerin de hiçbirine güvenmediğini aktarmıştı.
Eğitimde en ileri seviye deyince aklımıza Finlandiya geliyordu.
Demek ki orada da güvensizlik ve karamsarlık hâkim.
Bununla övünmeli miyiz? Hayır. Seferber olup,
Bu kötü iklimi değiştirecek adımlar atmalıyız.
Ülkemizin şartlarını de göz önüne alarak,
Korkmadan, ideolojik kaygılara girmeden,
Siyasi kurnazlıklar yapmadan, muhataplarla birlikte,
Enine boyuna tartışıp stratejiler oluşturarak yapmalıyız.
Sorumlu, eğitimli aileler de kapsamlı bir eğitim devrimiyle yetiştirilir.
Her ay düzenlenen veli buluşmalarıyla,
Okul-aile birliği toplantılarıyla olmayacağını görüyoruz.
Eğitim devrimini yapmak için de gücünü bu topraklardan alan,
Milletine güvenen, bağımsız politikalar izleyen siyasetçilere,
Eğitimcilere, sendikacılara, psikologlara,
Sosyologlara, ekonomistlere, ihtiyacımız olacaktır.
Fikri hür, vicdanı hür olan...